25 Kasım 2012 Pazar

Hukuk, İbadet / Kulluk Açısından Kadın

0 yorum

Hukuk, İbadet / Kulluk Açısından Kadın 
Yaratılışları aynı olan kadın ve erkek hukukta, sorumlulukta da aynen eşittir. Birbirlerinden farkları yoktur. 
Şüphe yok ki İslâm dinine giren erkekler ve İslâm dinine giren kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, saygıda duran erkekler ve saygıda duran kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşulu erkekler ve huşulu kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını muhafaza eden erkekler ve ırzlarını muhafaza eden kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve Allah'ı çok anan kadınlar; Allah, onlar için bir bağışlanma ve çok büyük bir ödül hazırlamıştır. (Ahzâb; 35) 

Ve erkekten veya kadından, kim mü’min olarak düzeltmeye yönelik işler yaparsa, artık işte onlar, cennete girerler. Ve hurma çekirdeğinin sırtındaki çukur kadar haksızlığa uğratılmazlar.( Nisa; 124) 

Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: “Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun –ki hepiniz aynısınızdır– çalışanın amelini kaybetmem. O nedenle, göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır.” (Al-i Imran; 195) 

Erkek-dişi, mü’min olarak kim iyi amel işlerse kesinlikle onu güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve kesinlikle onların ücretlerini, yapmış oldukları amellerin daha güzeliyle ödüllendireceğiz. (Nahl; 97) 
Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde sürekli kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde hoş meskenler vaat etti. Allah'ın rızası ise daha büyüktür. İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir. (Tevbe; 72 )

Kuran’ın büyük bölümü genele hitap olsa da, bu âyette olduğu gibi Allah’ın kadın ve erkeği ayrı ayrı vurguladığı âyetler de mevcuttur. 
Ve Allah'ın bazınıza, diğerlerinizden fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Ve Allah'ın fazlından isteyin. Şüphesiz Allah her şeyi en iyi bilendir.
 (Nisa; 32) 
Âyetlerde görüldüğü gibi Allah kadını dini ve aklı kısa veya noksan biri olarak yaratmamış, onlara kulluk/ibadette de erkekle eşit olarak yükümlülükler vermiştir. Nitekim kadınların erkeklerden az akıllı olduğu bilimsel de değildir. Böyle bir iddia, İslâm’ın bilimsel olarak dışlanmasına, gözden düşürülmesine yönelik olarak ortaya atılmış olmalıdır.
Allah tarafından kadının dininin ve aklının noksanlığı ifade edilmezken, bilimsel olarak da böyle bir gerçek yok iken maalesef Peygamberimize fatura edilmiş yalan rivâyet/ söylentilerle kadınların aklının ve dininin noksanlığı Müslümanlara dayatılmıştır. 
Örnek: 
“.....Bize Muhammed ibn Ca’fer haber verip şöyle dedi: Bana Zeyd-ki o, Eslem’in oğludur-, İyad ibn Abdullah’tan; o da Ebu Said el Hudri’den haber verdi. O şöyle demiştir: Bir kurban yahut ramazan bayramında Rasülüllah yanımıza, namaz kılınacak musallaya çıktı. Kadınların yanına uğradı da :
Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz. Çünkü sizler bana cehennem ahâlisinin çoğu olarak gösterildiniz, buyurdu.
Kadınlar :
Yâ Rasülellah, neden? diye sordular.
Rasülüllah :
-Çünkü siz çokça lanet eder ve kocalarınıza karşı nimete nankörlük yaparsınız. Tam akıllı ve ihtiyatlı kimsenin aklını, sizin kadar eksik akıllı, eksik dinli hiçbir kimsenin çelebileceğini görmedim, buyurdu.
Kadınlar:
-Dinimizin ve aklımızın eksikliği nedir? Ya Rasülellah! dediler.
-Kadının şehadeti/tanıklığı, erkeğin şehadetinin yarısı değil midir ?
Kadınlar:
Evet, dediler.
-İşte bu aklının eksikliğindendir. Hayızlı olduğu zaman da namaz kılmaz, oruç tutmaz değil mi ? buyurdu.
Kadınlar:
Evet, dediler.
-İşte bu da dininin eksikliğindendir, cevabını verdi.“
 (Buhari; Hayız Kitabı, Vll. Bap, rivâyet No: 9) 
Görüldüğü gibi kadınların biyolojik farklılıkları, dinlerinin noksanlığına neden gösterilmiştir. Bu durum hem Kur’an’a hem de akla aykırıdır. 
Şimdi, kadınların akıllarının, dinlerinin noksan olduğunu ve kocalarına karşı nankörlük ettiklerinden ve de çokçalanet sözcüğü kullandıklarından cehennemlik olduklarını bildiren bu rivâyeti akıl ve Kur’an ile bir tahlil edelim.
İlk dikkat çeken şey, râvinin şaşkınlığıdır. Şöyle ki, olayın hangi bayram günü olduğunu karıştırmaktadır. Böyle birbirinden özellikler ile ciddi farkları olan iki bayramı ayırt edemeyen kişi Peygamberin dediklerini de karıştırabilir.
Eksik akıllı birinin ise tam akıllı birisini çelmesi, kandırması ve sapıtması ise cidden tartışılır.
Diğer bir husus; kadınların cehennemlik olmalarına gerekçe ise, çok lânet etmeleri ve kocalarına karşı nankörlük etmeleri, gösterilmiştir. Ki Kur’ân’da çok lanet edenin ve kocasına karşı nankörlük edenin cehennemlik olduğuna ve olacağına dair hiçbir açık veya ima yollu bir ifade yoktur. İnsanları cehenneme götürecek her türlü fiil Kur’ân’da bildirilmiştir. Burada görülüyor ki, kadınları kocalarının sömürmesi için peygamber malzeme yapılmıştır.
Hayızlı kadının oruç tutamayacağına izni, bizzat Allah ‘Hasta iseniz ve ya yolda iseniz başka günlerde tutamadığınız gün sayısınca tutunuz’ buyurarak vermiştir.
Hayızlı kadının namaz kılmadığı ve kılamayacağı ise, hem Kur’ân’a terstir hem de Rasülüllah’ın uygulamasına. Peygamberin uygulamasına tersliği hiç başka kaynak aramadan, hem tarihsel değeri olan hem de sahih rivâyet kaynaklarının en sağlamı kabul edilen Sahih-i Buhari’den görelim. 
“ Bize Mâlik, Hişam’dan; o da Fatıma bintü- Münzir’den o da Esma bintü Ebi Bekr den haber verdi. O şöyle dedi: Bir kadın Rasülüllah’tan sorup: Yâ Rassülellah, birimiz, elbisesine hayzından kan isabet ederse nasıl yapsın buyurursun? dedi. Rasulüllah:
-Birinizin elbisesine hayzından kan bulaşırsa, onu parmaklarıyla yahut tırnağıyla kazısın, sonra azar azar üzerine su döküp yıkasın, ondan sonra o elbise içinde salat etsin, topluma çıksın! buyurdu.
 (Buhari Hayız Kitabı, 10. Bab, 12 numaralı rivâyet) 
Peygamberimizin uygulaması da işte böyledir. 
Tarihi belgelere göre İslâm öncesi devirlerde, Yahudiler arasında, Hıristiyanlarda ve Arap müşriklerince hayızlı kadınlar hor görülürlerdi. Hayızlı oldukları sürede kendilerine kötü ruhların iliştiğine inanılır, hapsedilirlerdi. Murdar, necis sayılırlardı. Pişirdikleri yenmezdi. Onlarla bir arada oturulmaz, dokundukları nesnelere uğursuzluk bulaştırdıkları kabul edilir, yanlarından bile geçilmezdi. Buna rağmen Hıristiyanlar o şartlarda onları cinsel ilişkiye zorlar, taciz ederlerdi, hiç acımazlardı. (RAZİ; KURTUBİ)
Bu olumsuz akıl, insaf, vicdan ve din dışı uygulamaları ve inançları Kur’ân ortadan kaldırdı. Kadını erkekle aynı hakların sahibi yapıp değer verince o günün Medine halkı, hayızlı kadının durumunu; ilişkilerini, kadınla ilgili her türlü uygulamayı Peygamberimize sordular. Onların peygambere sorduklarını ise Allah cevapladı: 

Sana kadınların aybaşı hâlinden de soruyorlar. De ki: “O, bir eziyettir. Onun için aybaşı hâlinde kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlarla cinsel ilişkide bulunmayın. Artık iyice temizlendikleri zaman da Allah'ın emrettiği yerden onlara varın. Şüphesiz Allah, hatadan iyice dönenleri sever ve çok temizlenenleri sever.” (Bakara; 222) 
Bu cevapta cinsel ilişkinin dışında, hayızlı kadına hiçbir yasak getirmemiştir. 
İşin aslı bu olmasına rağmen, İlm-i Hal ve fıkıh kitaplarında hayızlı/ kanamalı kadınlarla ilgili, İslâm öncesindekilere benzer veya onlara yakın birtakım yasaklar konmuştur. Namaz kılamaz, oruç tutamaz, Kur’ân okuyamaz, camiye giremez, tavaf edemez, bunlar haramdır gibi.
Bunların hepsi kadını Kur’ân’dan; eğitimden öğretimden uzaklaştırıp, cahil bırakmak, aşağılamak, toplumdan dışlayıp direnci kırmak ve neticede onu sömürebilmek için uydurulmuş hükümlerdir. Hepsi köksüz mesnetsiz rivâyetlere dayandırılmış olup, İslâmî ve aklî bir değeri yoktur.
Hayızlı kadın, normal zamanlarda olduğu gibi namazlarını kılmalıdır. Kur’ân’ı ise abdestli abdestsiz, hayızlı-nifaslı fark etmez her zaman okuyup, dinini diyanetini öğrenmelidir. Yetişkin bir kadının menopoz dönemine kadar olan ömrünün üçte biri hayızlı geçtiğinden, Allah’la, Kur’ân’la arasını açıp ömrünün üçte birini beyhude geçirmemelidir. Oruc konusu ise farklıdır; hayız dönemi tıbben hastalık sayıldığından, Bakara Sûresi 183, 184 ve 185. âyetler hükmü gereği kanamalı günleri ile ilgili bir hekime başvurur, hekimden alacağı sonuca göre oruç tutar veya tutmaz. Tutmazsa o dönemden çıktıktan sonra tutar. Bu kuralı koyan bizzat Allah’tır.
Tarihi belgelerde görüyoruz ki, Peygamberimiz, ‘Hayızlı kadınlar namaz kılmasın’ dememiştir. ’Hayızlı kadınlar, hayır meclislerine yani okul, dernek vs. toplantılarına katılsınlar, Musallaya; sosyal aktivitelerin uygulandığı yerlere gelmesinler’ demiştir. 
“........Hafsa bintü Sirin şöyle demiştir: Biz genç kızlarımızı bayramlarda musallaya çıkmaktan men ederdik. Bir kadın gelip Halefoğullarının kasrına indi. O kadın kız kardeşinin- ki kocası Peygamber ile birlikte on iki savaşta bulunmuş, kendisi de bizzat altısına iştirak etmişti- : Biz yaralılara ilaç yapar, hastalara bakardık, dediğini rivâyet ettikten sonra, şöyle dedi: Kız kardeşim Peygamber’e: Birimizin örtünecek çarşı elbisesi olmazsa,musallaya çıkmamasında bir sakınca var mı? diye sormuş. Peygamber: “Arkadaşı kendi çarşı elbiselerinden birini ona giydirsin de hayır yerlerinde ve Müslümanların duasında bulunsun’buyurmuştur.
Hafsa bintü Sirin der ki : Ümmü Atıyye buraya geldiği zaman: Bunu sen Peygamberden işittin mi ? diye sordum. Ümmü Atıyye: O’na babam feda olsun, evet işittim, dedi.- Hafsa bintü Sirin: Ümmü Atıyye ne zaman Peygamberi ansa ‘Babam ona feda olsun’ derdi, dedi- Ümmü Atıyye şöyle devam etti: Babam O’na feda olsun, ben Peygamberden işittim, O şöyle buyuruyordu: “Tazelerle perde sahibi kadınlar-yahut: perde sahibi tazeler ile-hayızlı kadınlar çıkıp hayır meclisinde/ okul, cemiyet ve her türlü sosyal etkinlik ve müminlerin duasında hazır bulunsunlar. Yalnız hayızlı kadınlar musalladan; sosyal aktivitelerin uygulandığı yerlerden uzak dursunlar.” Hafsa dedi ki : Ben Ümmü Atıyye’ye karşı: Hayızlılar da mı ? diye sordum. Ümmü Atıyye cevaben: Hayızlılar Arafat’ta ve fulan fulan yerlerde hazır bulunmuyorlar mı? dedi.”
 (Buhari Hayız Kitabı, 24. Bap, 29 numaralı rivâyet) 
Bu nakilde görülen odur ki, Peygamberimiz hayızlı kadının namaz kılmasını, hayır meclislerinde bulunmasını değil, Musallaya gelmesinler demiştir. Bunun nedeni ise gâyet mâkul ve makbul bir gerekçedir. 
Rivâyet kitaplarındaki nakiller arasındaki çelişkiler giderilip hepsinin Kur’ân ile sağlaması yapılırsa durum güneş gibi ortaya çıkmaktadır. İmam-ı Buhari ve diğer hadis bilginleri, topladıkları rivâyetleri kendi ölçüleri içerisinde değerlendiripsınıflamışlardır. Onlar yaptıkları nakillerin Kur'ân ile sağlamasını yapmamışlardır. Yani Dirâyet tenkidi yapmamışlardır. O nedenle, kitaplarındaki rivâyetler birbiriyle çelişmektedir. Onları değerlendirmek de bize düşmektedir. 
Peki. O zaman hayızlı kadınların topluma çıkmaları neden hoş görülmemiştir? Bunu anlayabilmemiz için o çağa, o ortama gitmeliyiz. O günün toplumunda temizlik kültürünün henüz gelişmediği, o yıllarda, hiçbir konuda bu günkü gibi konfor yoktu. Yani hayızlı bayanlar, modern petler, steril pamuklar ve bezler kullanamıyorlardı. Çünkü bunlar yoktu. Çamaşır makineleri çeşit çeşit deterjanları, kokulu çamaşır suları ve yumuşatıcıları da yoktu. Hatta bol suları da yoktu. Yukarıda Peygamberimizin, elbisedeki hayız kanının parmak veya tırnakla temizlenebileceğini söylediğini görmüştük. O çağda Arabistan’da her bayanın bir HAYIZ ELBİSESİ olurdu. Bazen bir ailenin bir tek hayız elbisesi olur, ana-kız-gelin bu elbiseyi ortak kullanırdı. Bu, gâyet olağan bir şeydi. Muayyen günlerinde hep onu giyerlerdi. Bu elbise yıkanırdı ama kabul edeceğiniz gibi lekeli kalırdı. Hayız elbiseli kadının, hayızlı olduğu herkesçe bilinebilirdi. Bu ise bayanların toplumda hor görülmesine ya da bayanların utancına neden olabilirdi. Bildiğiniz gibi peygamberimiz topluma/ cemâate, temiz, beyaz elbiseli ve koku sürünmüş olarak çıkılmasını tavsiye ederdi. Bir de cuma ve bayramlarda kadının toplantıda söz hakkı kullanabileceğini düşünürseniz, elbisesi lekeli kadın hafife alınabilirdi.
Ayrıca peygamberimiz, SOĞAN-SARIMSAK yiyenlerin de musallaya; topluma çıkmamalarını yani cemaate katılmamalarını istemiştir. Bunun nedeni, çevreyi kötü kokuyla rahatsız etmemektir. Bu uygulamayı delil yaparak, kimse ’soğan sarımsak yiyenlere namaz haramdır, yasaktır.’ diye hüküm çıkarmamıştır.
Rivâyetler üzerinde iyi düşünürsek göreceğiz ki, HAYIZ HALİ, topluma çıkmaya ENGEL OLABİLİR, AMA kulluk yapmaya MANİ DEĞİLDİR. Ayrıca Allah tarafından KADER olarak çizilen hayız görme özelliği irâde dışı oluştuğundan asla ve asla suç, kusur ve eksiklik olamaz. Bu hal, bilimsel olarak da biliniyor ki erkeklere göre kadınlara verilmiş artı bir ayrıcalıktır.
Kadını toplumdan tecrit eden, onları ikinci sınıf insan ve noksan dinli Müslüman sayan rivâyet ve haberlere itibar edilmemelidir. Onların yalan ve iftira oldukları mutlaka bilinmelidir.
Çeşitli dini kitap adı altında piyasada dolaşan kitaplarda yer alan bu saçmalıklara inanılmamalı bunların o eşsiz Peygambere birer iftira olduğu kesinlikle bilinmelidir.
Hakkı Yılmaz...

Yorum Yaz

Yorumlarınız İçin Teşekkür ederim...Erkan Alaca

Etiketler

Aile (1) Alak (1) Alamet (1) Allah (4) Amacı (1) Amaç (1) Anlam (1) Arafat (1) Arap (1) Ay (1) Ayet (2) Bakara (1) Bakış (1) Boşanma (1) Bozmak (1) Bozulma (1) Buhari (1) Cemaat (1) Ceza (1) Cin (1) Cuma (1) Çelişki (1) Din (3) Diriltme (1) Doğa (1) Doğum (1) E-book (1) Enerji (1) FlashBook (1) Gerçek (1) Gösterge (1) Hac (1) Hacc (3) Hadis (2) Haksızlık (1) Haram (1) Haremlik (1) Hıristiyanlık (1) Hukuk (1) İbadet (1) İblis (1) İkame (1) İnsan (1) İsa (1) İslam (2) İşte Kur-an (1) Kabe (3) Kadın (6) Kadının Şahitliği (1) Kavram (1) Kaynak (1) Keffarat (1) Kontrol (1) Kul (1) Kuran (10) Kuran'da Cin (1) Kuranda Dua (1) Kuranda Kadın (4) Kurandaki Hac (2) Kürtaj (1) Mali Destek (1) Melek (1) Mesaj (1) Mescid (2) Meşaril (1) Mezhep (1) Miras (1) Mucize (4) Muhammed (a.s) (2) Nakıs (1) Namaz (5) Oruç (5) Ölüler (1) Peygamber (1) Ramazan (1) Rekat (1) Rivayet (1) Rüku (1) Rüşd (1) Salat (5) Savm (1) Secde (1) Selamlık (1) Sıyam (1) Sohbet (1) Sosyal (1) Sure (2) Şart (1) Şehr (1) Şöhret (1) Takva (2) Talak (1) Tanrı (1) Tavaf (1) Temizlik (1) Tevbe (1) Tirmizi (1) Tutmak (1) Ümre (3) Vakit (1) Yaratılış (1) Zihin (1)