ALT_IMG

Hadis Çelişkileri

1- Oruçlu İken Kan Aldırılırmı?
1. Çelişik Hadis: “Kan aldırmak, yapanın da yaptıranın da orucunu bozar.” Tirmizi Oruç 60; Ebu Davud Oruç 28; Buhari Oruç 32

2. Çelişik Hadis: “Peygamber’imiz oruçlu iken kan aldırmışlardır.” Ebu Davud Oruç 29-30; Tirmizi Oruç 59; Buhari Tıp 11
Devamını Oku...

ALT_IMG

Namazın Bozulması

NAMAZIN BOZULMASI İlmihal kitaplarında, “Namazı bozan şeyler” başlığı altında yüze yakın davranışın namazı bozduğu yer alır. Bunların tümü, özünden uzaklaştırılıp sırf şekle hasredilen namaza ait şeylerdir. İlmihalciler, namaz kılanları, sürekli düşme korkusu taşıyan ip üstündeki cambaza dönüştürmüşlerdir Devamını Oku...

Alt img

Kuran'da Mucize

“Mucize”, Arapça’da ‘Acz’ kökünden türemiş; İf’âl babından ismifâil, müfred müennes bir sözcük olup anlamı “aciz bırakan” demektir. Bununla “insan aklını ve kudretini aciz bırakan şey” kastedilir. Devamını Oku...

ALT_IMG

Kuran'da Cuma

Cum‘a sözcüğü, “toplanma” anlamındaki ج م ع [c-m-a] kökünden gelir. Dilbilimcilerden A’meşالجمْعة [cum‘a], Âsım ve Hicazlı dil bilimciler الجُمُعة [cumu‘a] diye okurlar. “Cum‘a” diye okumak Ukayloğulları lehçesine göredir. Devamını Oku...

ALT_IMG

Salat'ın Namazlaşması

Yukarıda, namazın [tazarrulu niyazın] da Allah'ın emri olduğunu ifade etmiştik. Rabbinize alçala alçala ve gizlice/açıkça göstererek dua edin (A‘râf/55) âyetindeki ifadelerin çoğul olmasından, namazın; samimiyeti, heyecanı, galeyanı artırması açısından topluca uyum içerisinde icra edilmsi gerektiğini de anlıyoruz. Devamını Oku...

9 Mart 2013 Cumartesi

İşte Kur-an Hakkı Yılmaz

0 yorum
Üzerinde çalıştığım "FlashBook"  yani flash sayfalardan oluşan bir kitap.Bilgisayarınızda kolaylıkla kullana bileceğiniz bir kitap programı. "İşte Kur-an FlashBook" Kitabın yazarından gerekli izinleri aldıktan sonra.Programı yayınlayacağım.



Devamını Oku... →
5 Ocak 2013 Cumartesi

Cahile bırakma islamı

0 yorum
Cahile bırakma islamı
Analar ağlar,babalar kızlarını katleder.
Cahile bırakma KURAN’ı
Rüyayla tabir eder,bire on katar, oda yetmez KURAN’ı parayla satar.
Cami yapacağız derler trilyonlar toplarlar
Sıra Kuran’a gelince ceplerinde akrep taşırlar
Oda yetmez KURAN’a fiyat biçerler.
Kahrolsun,Allah’ın insanlara hediyesi Olan “KURAN”ı
Parayla satana,çıkarı için kullanana,Siyasi çıkarları için savunana
Cahile bırakma KURAN’ı
Can alır,yuva yıkar,toplumu katleder.
Haydi “KURAN” ile kalpleri dolanlara
Allah sevgisiyle yanıp tutuşanlara
Haydi Cahilin elinden kurtaralım “KURAN”ı
Bu bir davettir tüm KURAN erlerine
Artık birleşme zamanı gelmiştir,geç kalınmadan anlatmalı bu cahillere “KURAN”tek kitaptır….
Erkan Alaca
Bir canı var,o canı da alacak tek güç Allah'tır..
Devamını Oku... →
28 Aralık 2012 Cuma

Peygamberimize Din Adına Atılan İftira...

2 yorum

Peygamberimiz adına uydurulan,bu hadis uydurmalarına ve uydurmacılarına ne zaman dur diyeceksiniz..Bir müslümanın Kitabı KURAN'mı Yoksa Hadis Kitaplarımı?...Soruyorum size kendini "Müslüman "zanneden ey "TÜRK" halkı?

"Ureyne ve Ukeyle kabilelerinden bir grup Medine'ye gelerek müslüman oldular. Medine'nin havası onlara dokununca Peygamber onlara deve sidiği içmelerini öğütledi. Adamlar develeri dağıttılar va çobanı da öldürdüler. Peygamber onları yakalattı. Ellerini ve ayaklarını kesti. Gözlerini oydu. Çölde susuz ölüme terketti. Biz onlara su vermek isteyince Peygamber bizi engelledi" (Buhari 56/152, Tıb 5/1; Hanbel 3/107,163).

Peygamberimiz bu kadar gaddar olabilirmi? Bu resmen iftiradır....

Bu hadisi hangi şeyh,hangi imam,hangi hoca hangi diyanet işleri savunabilir?...Savunuyorsa onun şeyhliğide yalandır hocalığıda diyanet işleride yalandır...Fakat gelin görünki bunları halka anlatanlar yayanlarda bu saydığım kişiler ve kurumlardır....Onların Hadis kitaplarında yazar...
Allah bizi bu gibi üç kağıtçı menfaatçilerden korusun...
Biliyorum bu yazdıklarım başıma bela olacak.Ama olsun ben bu uğurda belayı değil ölmeyi göze almışım...Saygılar.....Erkan ALACA...Allah'a ve peygamberine Atılan her yalanın ve iftiranın karşısında durmaya çalışan KURAN eri....
Devamını Oku... →
27 Aralık 2012 Perşembe

Allah Hiç Yalan Söyler mi?

0 yorum

Allah Hiç Yalan Söyler mi?



Kimileri “Kuran bize yeter” “Kuran’da her konu açıklanmıştır” gibi iddiaları dillendirirken, kimileri ise “Olurmu? Kuran’da herşey yazmıyor!” “Kuran’da yazmayanları Hadisler ve Âlim’ler tamamladı!” “Allah’ın işi gücü mü yok da herşeyi Kuran’da açıklasın?” “Allah boşunamı Peygamber gönderdi?” “Eğer Allah her teferruatı  açıklasaydı Kuran’a sığmazdı”gibi cümleler kuruyor

Peki kim doğruyu söylüyor? Madem bu tartışmanın merkezinde Kuran var, o halde cevabı Kuran’da arayalım. Lafı uzatmadan -tabiri caiz ise- mikrofonu Allah’a uzatıp, kendisinin bu konu hakkında ne emrettiğini öğrenelim. Bakın Allah Kuran’da ne buyuruyor:
Kuran'ı incelemiyorlar mı? Allah'tan başkasının olsaydı onda bir çok çelişki bulacaklardı. (Nisâ 4/82)
Yerde debelenen hiçbir hayvan ve iki kanadı ile uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar! Biz kitapta hiçbir eksik bırakmamışızdır.
Sonra hepsi Rablerinin huzurunda toplanırlar (En’am 6/28)
Şimdi de Allah size kitabı, içinde herşey inceden inceye açıklanmış olarak göndermişken Allah'tan başkasını mı hakem isteyeceğim? Kendilerine kitap verdiklerimiz de bilirler ki, o tamamıyla gerçek olarak Rabbin tarafından indirilmiştir. Sakın şüphelenenlerden olma! Rabbinin sözü, doğrulukça da adaletçe de tam kemalindedir. O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir. (En’am 6/114-115)
Muhakkak biz onlara, inanacak herhangi bir kavme hidayet ve rahmet olması için, tam bir bilgi ile bölüm bölüm açıkladığımız bir kitap gönderdik. (A’raf 7/52)
Bu Kur'an Allah'tandır, başkası tarafından uydurulamaz, ancak o, önündekini doğrulayan ve o Kitab'ı açıklayıcı olarak alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir,  bunda hiç şüphe yoktur!(Yûnus 10/37)
Elif, Lam, Ra. Bu, hikmet sahibi ve herşeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış,sonra da ayrıntılı olarak açıklanmış bir Kitaptır. (Hud 11/1)
Gerçekten onların kıssalarında akıllılar için bir ibret vardır! Bu Ku'ran uydurulur bir söz değil, ancak kendi önündekinin tasdiki, herşeyin açıklayıcısı ve iman edecek topluluk için bir hidayet,bir rahmettir!(Yusuf 12/111)
Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi üzerlerine bir şahit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şahit getireceğiz. Bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik.(Nahl 16/89)
Hamd, o Allah'a mahsustur ki kuluna kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı.Dosdoğru (bir Kitaptır) ki; tarafından şiddetli bir azap ile korkutmak ve yararlı yararlı işler yapan müminlere şunu müjdelemek için: Kendilerine gerçekten güzel bir mükafat var.(Kehf 18/1-2)
Andolsun ki, gerçekten Biz bu Kuran'da insanlara ibret olacak her türlü misali tekrar tekrar açıklamışızdır. İnsan ise herşeyden çok mücadelecidir. (Kehf 18/54)

Ve işte Biz onu (Kur'an'ı) böyle apaçık ayetler olarak indirdik. Çünkü Allah istediğine hidayet eder.(Hacc 22/16)

Bu indirdiğimiz, farz kıldığımız ve içinde açık açık ayetler indirdiğimiz bir suredir; ola ki iyice belleyip tutarsınız.(Nur 24/1)

Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik.(Zümer 39/27)
Apaçık Kitaba andolsun ki!(Zuhruf 43/2)

Ve muhakkak ki o (Kur'an) hem senin için, hem kavmin için bir şereftir ve ileride bundan sorulacaksınız.(Zuhruf 43/44)

Allah’ın buyurduğuna göre Kur’an
- eksiksizdir,
- tamdır,
- detaylıdır,
- çelişkisizdir,
- apaçıktır,
- açıklanmıştır,
- değiştirilemez,
- tek Hüküm kaynağıdır,
- Ahiret’de sorulacak tek Kitaptır ve
- Din’in Kuralları’nı koyan tek Kitaptır.

Yukarıda tespit ettiğimiz Ayetler’in sayısı daha derin bir araştırma sonucunda büyük ihtimalle çoğalabilir.
Bu durumda kime inanacağız? Bize Kuran’ın açıklanmış ve değiştirilemez olduğunu bildiren Allah’a mı yoksa bize tam aksini yani Kuran’ın eksik, anlaşılmaz ve değiştirilebilir olduğunu dayatan şahıslara mı? Eger iki görüş bildiren taraflar var ise, bir taraf yalan söylüyor veya yanılıyor demektir. Peki Allah hiç yalan söylermi? “Hâşâ!” diyerek oturduğunuz yerden fırladığınızı işitir gibiyim sanki. Madem Allahın doğruyu söylediğini biliyoruz ve ona güvendiğimizi söylüyoruz ve nerdeyse her ibadetimiz’den sonra “Sadakallahulazim” (“Yüce Allah doğruyu söyledi!”) diyoruz, ozaman başkaların Kitabini/Fetvasını/Sözünü Kuran’a ilave etmeyip, Allah’ın Kuranı’nı tek Hüküm kaynağı ve Rehber edinmeliyiz. Çünkü belirttiğimiz ayetlere ve nice diğer ayetlere göre, Kuran tastamamdır.
Ayrıca, Allah’in Zuhruf 43/44’de buyurduğu gibi Ahiret’de sadece Kuran’dan sorulup Hesaba çekileceğiz. Bu doğrultuda -tabiri caiz ise- Kuran Ahiret’deki Sınavımız için tek ders Kitabımızdır ve başka kaynaklar ile dersimize calışıpda asıl Ders Kitabı olan Kuranı terk edersek, Sınavı kaybedip hüsrana uğrarız. Nasılkı Matematik Sınavına Biyoloji veya Coğrafya Kitapları ile değilde Matematik Kitabı ile hazirlaniyorsak, Ahiret’e de Kuran ile çalışmalı ve Etütlerimizi Kuran’a göre hayata geçirmeliyiz.
“Öyleyse Peygamberin görevi neydi” ve “Allah boşunamı peygamber gönderdi” gibi ortaya çıkan doğal soruları da bir sonraki yazımızda açıklamak üzere...
Bu yazı için bana destek olan Dostum Enes’e teşekkür ederim.
20.07.2011

Rafet Aydoğan
www.adilmedya.com
Devamını Oku... →
26 Aralık 2012 Çarşamba

KURAN'ın Güncel Mesajı

0 yorum


KUR’AN’IN MESAJI



Alak suresi
-1-
İnsanı embriyondan yaratan Rabbiniz adına; çıkar sağlamadan, kötülüğe sebep olmayacak şekillerde öğrenin- öğretin; parasız eğitim- öğrenim sağlayın.
Öğrenin öğretin!
Sizin Rabbiniz sahte rabler gibi değildir. Sizin Rabbiniz onlardan daha üstün, daha saygın, daha cömerttir. O kalemle öğretti; öğrenip öğrettiğinizi mutlaka yazıya dökün.  O, insanlara bilmediklerini öğretecektir; bilgisizlerin bilgilenmesini istemektedir.
(1/96, Alak/1-5)
-2-

Sizi dünyada haksızlıklardan kurtaracak, kargaşayı ortadan kaldıracak, dünya ve ahırette sizi mutlu edecek ilkeleri içeren kitap indiriyorum ve bunları size tebliğ edecek elçi gönderiyorum. Zira dönüş Rabbinize olmasına rağmen insan, kendisini yeterli gördüğünde, kesinlikle azmakta; başkalarını köleleştirmekte güçsüzleri sömürmektedir. Böylece dünyayı cehenneme çevirmektedir. Hele çevrenize bir bakın!  Mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan kulları engelleyen kişileri göreceksiniz. Hem de mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan o kulların, doğru yol üzerinde olmalarına ve herkesin Allah'ın koruması altında olmasını istemelerine rağmen!...
 Mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan kulları engelleyen kimselerin,  ahreti ve ahrette hesap vermeyi yalanlayan ve topluma destek vermekten yüz çeviren kimseler olduğunu hiç düşündünüz mü, bu hususa dikkat ettiniz mi!...
Mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya engel olan o kişi, Allah'ın kesinlikle görmekte olduğunu bilmedi mi?
(1/96, Alak/6-14)
-3-

Uyanık olun, iyi bilin! Eğer mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan kullara engel olan o kişi, engellemesine son vermeyecek olursa, andolsun, onu saçlarından tutup sürükleyeceğiz; onları sürüm sürüm süründüreceğiz, rezil rüsva edeceğiz.
O zaman o, örgütlerini de çağırsın. Biz zebanileri çağıracağız.
Ey elçilik misyonunu sürdüren kullarım! Korkmayın, yılmayın, ümit kesmeyin! Sakın sizi bu yolda engellemeye uğraşan kimselere itaat etmeyin. Siz Rabbinize boyun eğip teslim olun ve yaklaştırılın / Rabbiniz sizi Kendine yaklaştırsın
Hakkı Yılmaz..
Devamını Oku... →
22 Aralık 2012 Cumartesi

Doğum Kontrolü ve Kürtaj

0 yorum
DOĞUM KONTROLÜ


İslam fıtrat dinidir. Fıtrat, kadını erkeğe, erkeği kadına çeker. Birleşmelerinin zorunlu sonucu ise, neslin türemesidir. Dolayısıyle tabii ve fıtrî bir olguyu normal şartlarda engellemek insanî ve İslâmî değildir.
Doğumun kontrol altına alınması, nüfusun çoğalmasının sınırlandırılması, istenmeyen gebeliğin önlenmesi amacıyla uygulanan ve siyasi, iktisadi, demografik, tıbbî, ahlakî, sosyal ve dînî yönleri bulunan bir meseledir. Âile planlaması, nüfus planlaması gibi yaygın adlandırmalarla yapılan doğum kontrolü, eski çağlardan beri uygulanmasına rağmen, esas olarak ondokuzuncu yüzyılda Batı Avrupa'da doktrin olarak ortaya atılmış ve hızla bütün dünyaya yayılmıştır. En eski eserlerde bile bu konuya dair bilgiler bulunmaktadır.
Tarih boyunca hangi millet veya dinden olursa olsun insanlar, "gebeliği önleme metodları" üzerinde durmuşlardır. Ancak yirminci yüzyılda dini ve ahlaki bakış açılarının değişmesi, ve teknolojinin ilerlemesi sayesinde doğum kontrol yöntemleri ve araçları bütün kitlelere yaygın bir hareket haline gelmiş; seri ve çok sayıdaki doğum kontrol aracı üretimi ve bunların serbestçe satılıp alınması, koruyucu hekimliğin gelişmesi, doğum kontrol ilaçlarının çoğalmasıyla, bu hareket geniş çapta uygulanır olmuştur.
Ritm (takvim) usulü, ağızdan alınan ilaçlar, prezervatif, diyafram, kremler, tamponlar, süpozituarlar, spiraller, kısırlaştırma, lavaj, laparoskopi, kürtaj gibi yöntemler geliştirilmezden evvel "azl" (kesik cima, meninin kadından uzaklaştırılması) metoduyla gebeliği önlemek bilinmekteydi. Yahudiler, Hırıstiyanlar ve Müslümanlar ve doğu dinlerindekiler eski çağlarda azl metodunu uyguluyorlardı. (Encyclopedia Britannica, "Birth control", lll, 705)
Başta azl olmak üzere, bütün doğum kontrol metodlarının yan tesirleri vardır. Hepsi de fıtrata ters olup, doğal birleşmeyi engellemektedir. Bunlar, orgazmı önlemekte, psikolojik sinirsel rahatsızlıklara yol açmakta, uyumsuzluğa sebep olmakta ve bunalım çıkarmaktadır. Hatta nasıl olsa çocuk olmayacak fikri yaygınlaşarak kadını (hafif meşrep olanları) fuhşa bile teşvik etmektedir.
Korunmanın her türlü metodunun zararlı oluşu bile tek başına onun hoş bir şey olmadığını göstermektedir. Hatta materyalist bir tıp doktorunun şu ifadeleri ilginçtir: "Çocuk olmaması yönünde alınan tedbirlerin hemen hiçbiri tehlikesiz değildir. Herhalde bu, tabiatın çocuk istemeyenlerden öç almasıdır."

Doğum kontrolü uygulamasının çeşitli sebepleri vardır:

Güvenlik endişesi, gelecek korkusu, açlık ve yoksulluk sorunu.
Devletin, nüfusun artması veya azalması üzerine, doğumları teşviki veya sınırlandırmasını sağlaması.
İstenmeyen gebelikler.
Doğumu mümkün en iyi şartlara erteleme arzusu.
Çok çocuğun rahat yaşamayı engelleyeceği, ancak ekonomik yönden rahatladıktan sonra çok çocuk yapmayı istemek.
Hastalıkların çocuğa da geçebileceği düşüncesi. AİDS, verem vs.
Fazla çocuğun, ibadete ve ilme engel olacağı fikri.
Yeni bir gebeliğin kadın için tehlikeli olması veya memedeki çocuğuna zarar verme durumu.

Topluma, çevreye bakıldığı zaman doğumun kontrolünün gerekçelerinin bunlar olduğunu görüyoruz.

Tahmin edildiği gibi Rasülüllah efendimiz döneminde, diğer bir ifade ile İslâm dininin geldiği dönemde azl dışında doğum kontrolü metodu bilinmiyordu . O nedenle dini kaynaklarımızda bu konu "Azl" adı ile yer almaktadır.
Azl hakkında Kur'ân'ı Kerim'de bir açıklama yoktur. Hz. Peygamberimizden de bize gelen rivâyetlerde azl konusunda kesin bir yasaklama yoktur. Kaynak hadis kitaplarında Rasülüllah efendimizden şu nakiller gelmektedir.
.... Cabir şöyle demiştir:
"_ Bizler Peygamber zamanında, Kur'ân inip dururken azl yapıyorduk."
(Buhârî, Kitabünnikah 97. Bab hadis No. 137, 138)

"...Ebu Said el Hudrî şöyle demiştir:
"Biz Musta'lık oğulları gazvesinde birçok kadın esirlere kavuştuk. Bizler azl yapıyorduk. Bunu Rasülüllah'a sorduk. Rasülüllah üç defa: "Sizler hakikaten bunu yapar mısınız?" diye sordu da akabinde: "Kıyamet gününe kadar bu dünyada vücut bulacak her hayat sahibi, kurtuluş yok, muhakkak meydana gelecektir" buyurdu."
( Buharî, Kitabünnikah, Bab, 97, Hadis 139)

Cabir b. Abdillah anlatıyor:
"Rasülüllah'a, Ya Rasülellah, azil yapardık. Ancak Yahudiler bunun, diri diri gömmenin başka bir şekli olduğunu söylüyorlar, dedik. Buyurdular ki: "Yahudiler yalan söylüyorlar. Allah çocuğu yaratmak istediyse, azil ona engel olmaz."
(Tirmizi, III. 443)

Esma bint Yezid anlatıyor:
Rasülüllah şöyle buyurdu: "Çocuklarınızı gizlice öldürmeyin. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, emziren kadının hamile kalması, süt emen çocuğa öyle bir zarar verir ki at sırtında koşturan ergin erkek olacak yaşa gelse bile yine onu tutar yere atar."
(İbni Mace, 1, 648; Ebu Dâvud IV. 9)

Daha bir çok rivâyette, Peygamberimizin "Dilersen azl yap!" diyerek serbest bıraktığı yer almaktadır. Yine sünen kitaplarında Sahabeden yapılan nakillerde de sahabenin azl yaptığı, peygamberimizin bunu bilmesine rağmen engellemediği yer almaktadır. Hatta sahabenin, "Eğer azil sakıncalı olsaydı Kur'ân indiği sürede bize azil için yasak gelirdi" diyerek azlin (doğumun kontrolünün) sakıncasızlığına kâil olduğu bir çok kaynakta yer almaktadır. Ama olayların tetkikinden, Peygamber efendimizin bu olayı takrir etmesi, buna göz yummasının, kadının gebe kalmasının onun ölümüne yol açması ihtimali veya memedeki çocuğun ardından hemen ikinci bir çocuğun memedeki çocuğa zarar vermesi gibi zaruret durumlarında olduğunu anlıyoruz. Ayrıca, Ebu Said el Hudrî ve Cabir b. Abdillah rivayetlerinden tedbirin kaderi etkilemeyeceğini de anlıyoruz.

O takdirde şunu açıkça ifade edebiliriz:

İslâmî anlayışa göre, zaruretler ve hastalıklar dışındaki diğer sebepler anlamsızdır.
Hamileliğin başlangıcından 86 gün (yaklaşık üç ay) geçtikten sonra yapılan kürtaj kesin cinâyettir. Geniş bilgi "Kürtaj" konusunda verilmiştir.

Doğum kontrolü, normal şartlarda zararlı bir uygulamadır. Ama:

Hastalıkların çocuğa da geçebileceği düşüncesi. AİDS, verem vs.,
fazla çocuğun, ibadete ve ilme engel olacağı fikri,
yeni bir gebeliğin kadın için tehlikeli olması veya memedeki çocuğuna zarar verme durumu,
doğumu mümkün en iyi şartlara erteleme arzusu gibi zaruret ortamlarında yapılabilir.

Nesli korumak, onu güçlendirip gözetmek, onu rasgele çoğaltıp düzensiz ve gözetimsiz yetiştirmekten önce gelir.
Hamilelik müddeti genellikle dokuz ay olduğuna ve süt emzirmeyi tam olarak yapmak isteyen için bunun müddeti tam iki yıl olduğuna ve bu müddet içerisinde hamilelikten sakındırıldığına göre, iki kardeş arasında üç yıla yakın bir müddet olmalıdır.
Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

Ahkaf suresi âyet 15:

"Biz insana, anne-babasına çok iyi davranmasını önerdik. Annesi onu zahmetle taşıdı, zahmetle doğurdu. Taşıması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihâyet yiğitlik çağına gelip kırk yıla erdiğinde şöyle der: "Rabbim; beni, bana ve ebeveynime verdiğin nimete şükretmeye, hoşnut olacağın iyi bir iş yapmaya yönelt. Soyum içinde, benim için barışı gerçekleştir. Sana yöneldim ben, sana teslim olanlardanım ben."
Bakara suresi âyet 233:

"Anneler, çocuklarını - emzirmeyi tamamlamak isteyen kimseler için - tam iki yıl emzirirler. ........."
Süt emen çocuğun zarara uğramasından ve süt emziren kadının hamile kalmaması gerektiğinden söz eden hadisleri yukarıda sunmuş idik.
Tıp, bu müddete iki-üç yıl daha ilave eder ve bunun, kadının hamilelik ve süt emzirmekten dolayı kaybettiği gücünü geri alması için gerekli olduğunu söyler.
Böylece bu dönemde bebeğe gösterilmesi gereken önem ve ana ile babanın bebeklerine karşı takınacakları tavır konusunda Kur'ân ile Sünnet'te anlatılanlar birbirini desteklemektedir.
Bu gün bilimsel bir gerçek olarak, bebek için, anne sütünün hayvan sütlerinden ve her türlü mamadan daha üstün olduğu biliniyor.
Psikologlar da iki çocuk arasındaki ideal sürenin üç yıldan aşağı olmaması gerektiğini bildiriyorlar. Sanki Kur'ân'ı açıklıyorlar. Ve dünya üzerindeki istatistikler, âile fertlerinin miktarı ile çocuğun zeka seviyesi arasındaki ilişki ile, kardeşlerin sayısı ile zekaları arasında ters bir orantının varlığını göstermektedir. Yani kardeşlerin sayısı arttıkça zeka seviyeleri düşmektedir.
Kısaca demek istiyoruz ki, nesli korumak onu güçlendirtip gözetmek, onlara nitelik kazandırmak rasgele çoğaltmaktan önde gelir.

KÜRTAJ

Kürtaj (curretage), kazımak demektir. Diş etlerindeki lezyonları temizlemeye de kürtaj denir. Jinekolojide kürtaj, rahimdeki bir dokuyu kazıyarak almak demektir. Bu gebelik ürünü veya tedavi maksatlı olabilir. Kanama bozukluklarında teşhis maksadıyla kısırlık araştırmalarında da kürtaj yapılabilir. Genellikle istenmeyen gebeliklerin sonlandırılması maksadı ile yapılır. Ama normalde kürtaj bir doğum kontrol metodu değildir.
Şekillenmenin erken evrelerinde veya daha sonra eğer uzman bir doktor cenin anne rahminden alınmadığı takdirde anne ve bebeğin ölümüne yol açacağı kararına varırsa, bu durumlarda kürtaj yapılabilir. Bu durumlarda, ceninin alınmasına izin verilir ve böylece annenin hayatı korunur. Bu kürtaj bir nevi tedavi olarak kabul edilir.
Erken evre nedir?

Kürtajın meşru olup olmadığının tartışıldığı gibi bu evrede bilginler arasında tartışılmıştır. Bunun sonucunda da birbirinden farklı görüşler çıkmıştır. Bu farklı görüşlerin nedeni de bize ulaşan bazın rivâyetlerin farklılığıdır. Ki şöyle rivâyetler vardır:
"İnsan, anne karnında nutfe olarak 40, kan pıhtısı olarak 40, et parçası olarak da 40 gün kalır. Bundan sonra ruh verilir."

"Nutfe üzerinden 40 (bazı rivâyetlerde 42) gün geçtikten sonra Allah ona bir melek gönderir. O, nutfenin kulağını, gözünü, tenini, etini ve kemiklerini yaratır. Sonra melek der ki: Ey Allahım! Erkek mi kız mı? Sonra sırasıyla devam eder."

Jinekoloji özel ihtisas konusu olan bir bilimdir. Özel ihtisas konularıyla ilgili Rasülüllah efendimizin ahkam yürüttüğü düşünülemez. (Özel ihtisas konusu olan konularla ilgili yapılmış rivâyetler uydurmadır. Rasülüllah ile alakası yoktur.) Özel ihtisas konularıyla ilgili bizzat Yüce Rabbimiz vahyler indirir. Bizi aydınlatır.
Biz bu konuda Kur'ânî bir yaklaşım ortaya koyacağız. Ki gerisi kendiliğinden açığa çıkar.
Yüce Rabbimiz bir nefsi/canı/kişiyi öldürmeyi kesinlikle haram etmiştir. Bu tartışılamaz.
Maide suresi âyet 32:

"..... Kim bir kişiyi, bir kişiye karşılık yahut yeryüzünde bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, insanları toptan öldürmüş gibidir. .........."

Bizim açıklığa kavuşturmak istediğimiz, ana rahmindeki varlığın kişi/nefis sayılıp sayılmayacağı, sayılacaksa hangi evrenin sayılacağı. Hamileliğin ilk anından itibaren mi, kırk yada kırk iki günün ardından mı, üç aylık dönemin ardından mı, dört aylık dönemin ardından mı?
İşte bu soruların cevabını bulduğumuzda kürtajın hangi evreden sonra cinâyet sayılacağı açığa çıkacaktır.
Hacc suresi âyet 5:

"Ey insanlar! Ölümden sonra dirilme konusunda kuşku içinde olabilirsiniz. Ama şu bir gerçek ki, biz sizi bir topraktan, sonra bir spermden, sonra bir embriyodan, sonra ne olduğu kısmen belirli kısmen belirsiz bir et parçasından yarattık ki, size açık-seçik beyanda bulunalım. Ve sizi rahimlerde, belirlenen bir süreye kadar dilediğimiz şekilde bekletiriz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarırız. ........"

Mü'minun suresi âyet 13, 14:

"Sonra onu çok dayanıklı bir karargahta bir damlacık yaptık.
Sonra o damlacığı bir embriyoya dönüştürdük, sonra o embriyoyu bir et parçası haline getirdik, nihâyet o kemiğe de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk. O yaratıcıların en güzeli Allah'ın kudret ve sanatı ne yücedir."

Bu iki âyetten geçilen evreler hakkında çok net bir fikir edinebiliriz.
Sperm
Embriyo
Cenin
a) kemiklerin oluşumu
b) kasların oluşumu

Yeni bir yaratık

Burada açıkça görülmektedir ki, "Yeni bir yaratık" hemen gebelikle ortaya çıkmamaktadır. Evrimleşen biyolojik bir organizma olarak embriyo, insan olarak kabul edilmemelidir. Hacc suresi 5. âyetten de anlıyoruz ki, toprak, sperm, embriyo, et parçası (cenin) biz değiliz, bizim yaratılmış olduğumuz malzemelerdir, ham maddelerdir. Cenin evresindeki belli bir noktadan sonra nefis (kişilik) oluşmaktadır. Yeni yaratık (nefis/kişi/benlik kısacası biz) bu aşamalardan sonra oluşmaktadır.
İşte bu nokta ne zamandır? Bunu Kur'ân'dan bulalım.

Ahkaf suresi âyet 15:

"Biz insana, ana-babasına çok iyi davranmasını önerdik. Annesi onu zahmetle taşıdı, zahmetle doğurdu. Taşıması ve sütten kesilmesi otuz aydır. .........."

Şimdi de Bakara suresi âyet 233:

"Anneler çocuklarını -emzirmeyi tamamlamak isteyen kimseler için- tam iki yıl emzirirler. .........."
İki âyeti iyi anlarsak, birinci âyette hamilelik ile birlikte bakım süresinin otuz ay olduğu, ikinci âyette de maksimum bakım süresinin iki yıl olduğu bildirilir. İki yıl da 24 ay eder.
O zaman otuz aydan yirmi dört ayı çıkarırsak geriye altı ay kalır (30-24=6). Biliyoruz ki normal hamilelik dönemi normal şartlarda 9 ay ya da daha doğru bir ifadeyle 266 gün yani 38 haftadır.
Ceninin nefis/kişi olmaya doğru evrimleştiği kesin zamanı bulabilmek için hamilelik dönemini gün hesabından yapmalıyız. 6 ay 180 güne tekabül eder. Bu yüzden nefis/kişilik taşımadan geçtiğini kabul ettiğimiz hamilelik kısmı, 266-180= 86 gün eder. Demek oluyor ki Kur'ân âyetlerinin ışığında "ceninin nefis taşımamadan yani kişilik sahibi olmadan geçirdiği süre, gebeliğin oluşmasından itibaren 86 günlük bir dönemi kapsar.
Eğer ki kürtaj olayı hamileliğin 86. gününden sonra gerçekleşirse kesin olarak cinâyettir. Çünkü kadının rahminde nefis sahibi olmuş bir varlık, katledilmiştir.
İstenmeyen gebelikler doğum kontrolüne yönelik kürtajla engellenecekse mutlaka bu 86. gün içerisinde yapılmalıdır.
Tecavüz sonucu hamile kalanlar bu süre içerisinde gönül rahatlığıyla bu sıkıntıdan kurtulabilirler. Bu süre içinde (doktorların belirleyeceği sakıncalar hariç) dinen bir sakınca olmayacaktır.
Kürtajın riskleri gebelik büyüdükçe artar. Özellikle ileri safhadaki bir gebeliklerde kürtaj esnasında çok kanama olabilir. Kanama durdurulamaz ise tehlike arz edebilir. Onun için yapılacaksa kürtaj ilk aylarda (86. gün içinde) yapılmalıdır. Ülkemizde yasal sınır 10 hafta olarak belirlenmiştir.

Eğer ki kürtaj 86. günden sonra yapılırsa kesin olarak cinâyettir ve haramdır. Bu cinâyet ister annenin babanın etkisiyle, ister doktor müdahelesiyle, isterse dışarıdan birisinin saldırısıyla veya darbesiyle olsun fark etmez. (Bunlara, İmlas, İskat, İlka ve İhraç gibi adlar verilir.) Bu tür cinâyetlere Diyet öngörülmüştür. İslam fıkhında bu diyetin adı, Ğurre'dir. Ki erkek veya kadın bir kölenin azat edilmesidir. Bu miktar normal insan diyetinin ondabiri (1/10)dir. Rasülüllah bunu Benî Leyhan kabilesinden bir kadına uygulamıştır. Bu örnekten sonra da İslam halifeleri bu yoldan yürümüşlerdir.
O günün Ğurre'si bu güne göre düzenlenmek suretiyle Müslümanlar bilgilendirilmeli ve Müslümanlar arasında bu hüküm uygulanmalıdır.
Hakkı Yılmaz
Devamını Oku... →
19 Aralık 2012 Çarşamba

CİNN KAVRAMI ve KURAN'DA CİNN

0 yorum
Cin sözcüğü ve Kur`anda kullanımı 15.01.2006

CİNN KAVRAMI ve KUR'AN'DA CİNN

"Cinn" kavramı, "şeytan", "İblis", "melek" kavramları gibi muhtemelen tarih öncesinden itibaren insanların yaşamları içine girmiş kavramlardan biri olup, yine bu kavramlar gibi tüm dinlerde önemli bir yere sahip olmuştur. Ne var ki bu kavramların halk kültüründe edindiği yer, ilkel toplumların yaşadıkları ilkel koşullar içinde zihinlerinde oluşturdukları vehim ve kuruntulara dayalı inançların etkisinden kurtulamamıştır. Bugün de hâlâ, ilkel toplumlardan gelme yanlış anlayış ve inanışlar devam etmekte ve işin kötüsü bunlar dine fatura edilmektedir. Bizi ilgilendiren husus da budur. Biz, dinimizin saf, halis, Allah'a ait bir din olarak yaşanmasından yana olduğumuz için bu kavramları, içlerine yuvalanmış batıl inanç ve hurafelerden temizlemeyi bir görev olarak addetmekteyiz.
Halk kültürüne göre cinn; "insan gibi yiyip içen, üreyen, inanan, bazen ehil insanlarca işçi gibi çalıştırılan, olağan üstü güç ve bilgilere sahip, insanları çarpan, istediklerine zarar veren, erdirici yüksek değerler ilham eden gizli destekçi güç, görünmeyen yaratık"tır.
Bu anlayış doğrultusunda halk arasında, psikolojik rahatsızlıklara uğramışlara, yüz felci olmuşlara... cinn çarpmış, cin uğramış (uğrak olmuş) denmektedir. Eski dönemlerde ise başarılı, çalışkan zanaatkârlara, şairlere, kâhinlere hatta peygamberlere de "mecnun (cinlenmiş)" denirdi. Bundan maksat, onların delirmiş olduklarını anlatmak değil, cinler (görünmez varlıklar) tarafından desteklendiklerini, yardım gördüklerini ifade etmekti.
Günümüzde cinn kavramını doğru olarak öğrenebilmek için yapılacak ilk hareket, bu konuda şimdiye kadar bilinen ve halk arasında yaygın, kulaktan duyma anlayışın bir tarafa bırakılması olmalıdır.

"Cinn" sözcüğü, "cenn" kökünden türemiş bir sözcük olup sözcüğünün asıl anlamı, "bir şeyi duyulardan saklamak"tır. "Cennehülleylü (gece onu örttü)", "ecennehü (onu örttürdü)", "cenne aleyhi (üzerine örttü)" şekillerinde kullanılır. Nitekim Kur'an'da İbrahim peygamberi konu alan bir pasajda "fellema cenne aleyhilleylü (ne zaman ki gece kendisini sakladı, iyice karanlık çöktü)" diye yer almıştır (En'âm; 76). 
Aşağıdaki sözcükler de "cnn" kökünden türemiştir.
Cennet: "Toprağı ağaç yapraklarıyla saklanmış yer" demektir.
Cinnet: "aklı, fikri saklanmak, delirmek" demektir.
Cenin: "ana karnında saklandığı için bu adı almıştır.
Cünnet: Kalkan; kişiyi oktan mızraktan sakladığı için bu ad verilmiştir.

"Cinn" sözcüğü bütün eski ve yeni sözlüklerde "İnsanın beş duyusuyla kavrayamadığı, algılanamayan, ama somut veya soyut, varlığı kesin olan güçler" olarak yer alır.
Sözlüklerdeki bu tarife göre melek ve şeytan terimleri de cinn kavramı kapsamına girmektedirler. Yani her melek ve şeytan cinndir, ama her cinn şeytan veya melek değildir.
Kur'an'dan ve eski kaynaklardan yaptığımız tespitlere göre "cinn" sözcüğü çok kapsamlı olarak kullanılmaktadır. Nitekim Araplar yavaş hareket ettiği için hareketi gözle izlenemeyen küçük bir yılan türüne "cann" derler. Cann sözcüğü bu anlamıyla Kur'an'da iki yerde; Kasas suresinin 31. ve Neml suresinin 10. ayetlerinde, Musa peygamberin asası ile ilgili olarak kullanılmıştır. Ayrıca "cinn" sözcüğü Kur'an'da "cinnet" kalıbıyla da yer almıştır.
"Cinn" sözcüğü, anlam olarak "insan" sözcüğünün karşıtıdır. Bu sebeple "cinn" sözcüğünü daha iyi anlamak için karşıtı olan "ins, insan" sözcüklerinin de bilinmesinde yarar vardır.

İns, İnsan:

Sözcük anlamı; "beş duyuyla hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran" demek olan "insan" sözcüğü, "fi'liyan" kalıbında olup "ens" sözcüğünden türemiştir. "İnsan" sözcüğünün aslı "insiyan" sözcüğüdür.
Sözcük, anlam olarak evrendeki tüm görünen (cisimli) varlıkları kapsamasına rağmen sadece insanlara isim olarak verilmiştir. Bunun nedeni, insanın yaratılış itibariyle ünsiyete muhtaç, yani sosyal bir varlık olmasıdır.
İbn-i Abbas gibi bazı tefsirciler "insan" sözcüğünün "nisyan" sözcüğünden türemiş olduğunu ve insanın verdiği sözleri unuttuğu için bu isimle isimlenmiş olduğunu söylemiş olsalar da bu görüş hem dil bilimcileri tarafından itibar görmemiştir hem de Kur'an'daki kullanıma ters düşmektedir.
Sözcük anlamı itibariyle birbirinin karşıtı olan cinn ve insanın, varlık olarak da yaradılıştan gelen bir karşıtlık içinde olduklarının bize Kur'an göstermektedir:

İnsan ve cinnin yaratılışı:

Rahman; 14 - 15: O, insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan (değişken
maddeden) yarattı.

Ve cannı ateşin dumansızından (enerjiden) yarattı.

Hicr; 26 - 27: Ve hiç kuşkusuz biz, insanı (görünen, bilinen varlıkları)
çınlayan kilden, işlenebilen çamurdan (halden hale giren maddeden)
yarattık.

Ve cannı daha önce, en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir
esintinin ateşinden (engel tanımayan enerjiden) yaratmıştık.

Ayetler, insanın, "pişmiş çamur, kuru balçık, çınlayan kil, işenebilir çamurdan" yaratıldığını söylemektedir. Bu ifadeler, "madde"nin halden hale girmesini çağrıştırmakta olup, insanın genel anlamda maddeden yaratıldığını anlatmaktadır. Cannın, "ateşin dumansızından, en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir esintinin ateşinden" yaratıldığını söyleyen bu ifadeler ise, daha ilk bakışta akla "enerji"yi getirmektedir.
Öyleyse "cann ateşten yaratılmıştır" demek; "elektrik, manyetik dalgalar, ışın gibi gözükmez güçler enerjiden yaratılmıştır" demektir. "İnsan topraktan yaratılmıştır" demek de; "beş duyuyla hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran cisimli varlıklar maddeden yaratılmıştır" demektir.

Kur'an'da cinn: 

"Cinn" sözcüğü Kur'an'da; melekler için, İblis için ve kendileri görülse de kimlikleri açıkça belli olmayan kişiler için kullanılmıştır:

1 - Cinn sözcüğünün Kur'an'da melekler için kullanılışı:

Saffât; 158: Onlar, Allah ile cinler arasında bir soy bağı (nesep) kurdular.
Oysa ant olsun, cinler de onların gerçekten hazır bulundurulacaklarını
bilmişlerdir.

En'âm; 100: Ve Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa onları da O yaratmıştır.
Bir de bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar.
O ise nitelendirdikleri şeylerden yücedir /uzaktır.

Sebe; 41: Melekler derler ki: "Sen yücesin, bizim velimiz sensin, onlar değil.
Hayır, onlar cinlere tapmaktaydı ve çoğu onlara iman etmişlerdi.

Bu üç ayette "cinler" sözcüğü ile kastedilen "melekler"dir. Çünkü biz, Nahl; 57, Necm; 21, Saffat; 149, 153, Zühruf; 16, Tur; 39 ayetlerinden biliyoruz ki müşrikler, Allah ile melekler arasında soy bağı kurmuşlar, Allah'ın kızları olarak melekleri görmüşler ve Allah yerine meleklere tapmışlardır. Yani Kur'an, Allah'a ortak koşulan melekleri, Saffat; 158, En'âm; 100 ve Sebe; 41'de "cinn" olarak ifade etmiştir.

2 - Cinn sözcüğünün Kur'an'da İblis için kullanılışı:

Kehf; 50: Hani biz meleklere, "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında
hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düş-
tü. Şimdi siz, benim astımdan onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyor-
sunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir de-
ğiştirmedir bu!

"İblis" konusunda ayrı bir çalışmamız olduğu için burada detaya girilmemiştir.

3 - Cinn sözcüğünün Kur'an'da kendileri görülse de kimlikleri açıkça belli olmayan kişiler için kullanılışı:

Bu başlık altında topladığımız cinnler ya da kişiler için Kur'an'da üç örnek mevcuttur:

a) Süleyman peygamberin cinleri:

Sebe; 12 - 14 : Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan
rüzgârı boyun eğdirdik; erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun
eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan bir kısım cinler de vardı.
Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp sapacak olsa, ona çılgın ateşin a-
zabından tattırırdık.

Ona dilediği şekilde kaleler/ mihraplar, heykeller/ manzara resimleri/
güzel motifler, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen
kazanlar yaparlardı. "Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın." Kullarımdan
şükretmekte olanlar azdır.

Böylece onun ölümünü gerçekleştirdiğimiz zaman, ölümünü, onlara asa-
sını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi. Artık o,
yere yıkılıp düşünce, açıkça ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı
(Süleyman'ın öldüğünü) bilmiş olsalardı böylesine aşağılayıcı bir azap
içinde kalıp yaşamazlardı.

Neml; 39: Cinlerden İfrit: "Sen makamından kalkmadan önce, ben onu sana
getiririm, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahi-
bim." dedi.


Görüldüğü gibi bu âyetlerde Süleyman Peygamberin emrinde çalışan, ona zoraki hizmet eden Cinnlerden bahsedilmektedir. Ve bunların hünerli zanaatkâr kimseler olduğu açıklanmaktadır.
Süleyman peygamberin emrine verilen bu cinlerin kim olduklarını anlamak için, eldeki tarihî bilgilerin değerlendirilmesi gerekir. Süleyman peygamber, Yakup peygamberin soyundan gelen bir Beniisrail peygamberi olup, Davut peygamberin oğlu ve ülkesi İsrail'in hükümdarı idi (M.Ö. 10. yy ortaları). Süleyman peygamber hakkındaki bilgilerin hemen hemen tamamı, Ana Britannica ansiklopedisinin de belirttiği gibi (Cilt: 28, s: 434), Eski Ahit'ten kaynaklandığı için, bu bilgileri Tevrat'ın 1. Krallar ve 11. Tarihler bölümlerinden almayı daha uygun buluyor ve 11. Tarihler, bölümünün 11. Bab'ını aynen aktarmayı uygun buluyoruz:

"VE Süleyman RABBiN ismine bir ev, ve kendi krallığı için bir ev yap­maya niyet etti. 2Ve Süleyman yük ta şıyan yetmiş bin adam, ve dağlarda taş kesen seksen bin adam, ve onların üze rinde iş başı olan üç bin altı yüz adam saydı. 3Ve Süleyman Sur kralı Hurama gönderip dedi: "Babam Davuda yaptığın gibi, ve içinde oturmak için kendisine ev yapsın diye ona erz ağaç1arı gönder diğin gibi, bana da öyle yap. 4İste, ben Allah'a tahsis edeyim, ve onun önünde hoş kokulu buhur yakayım diye, Allah'ım RABBİN ismine bir ev yapacağım; ve o daimi huzur ekmeği için, ve sabah akşam, Sebtlerde, ve ay başlarında ve Allahı'mız RABBiN belli bay ramlarında yakılan takdimeler için ola caktır. Bunlar İsrail üzerine ebedi kanundur. 5Ve yapmak üzere olduğum ev büyüktür, çünkü Allahımız bütün ilah lardan büyüktür. 6Ve kimin kudreti var ki, ona bir ev yapsın? Çünkü gök ve göklerin göğü onu alamaz. Ve ben ki mim ki, ona bir ev yapayım? Ancak onun önünde buhur yakmak için yapıyo rum. 7Ve şimdi, babam Davud'un hazır lamış olduğu Yahuda'da ve Yeruşalim' de yanımda bulunan hünerli adamlarla beraber olmak üzere bana bir adam gönder, altın, ve gümüş, ve tunç, ve demir. ve erguvani, ve kırmızı, ve lacivert işlerinde hünerli olsun, ve her türlü oyma işlerini oyabilsin. 8Ve bana Libnan'dan erz ağacı, ve servi, ve sandal ağacı gön der: çünkü bilirim ki, senin kulların Libnan'dan kereste kesmeği bilirler. 9Ve iste. bana bol kereste hazırlasınlar diye kullarım senin kullarınla beraber ola caklar: çünkü yapacağım ev büyük ve şaşılacak bir şey olacaktır. 10Ve iste, se nin kullarına, kereste kesenlere, yirmi bin ölçek dövülmüş buğday, ve yirmi bin ölçek arpa, ve yirmi bin bata şarap, ve yirmi bin bat zeytin yağı veririm.
11Ve Sur kralı Huram, Süleyman'a gönderdiği yazı ile cevap verdi: RAB kavmini sevdiği için seni onların üzerine kral etti. 12Ve Huram dedi: RAB için bir ev, ve kendi kra1lığı için bir ev yapacak olan basiret ve anlayış sahibi akıllı bir oğlu kral Davud'a veren, Göğü ve yeri yaratan RAB, İsrail'in Allah'ı mübarek olsun. 13Ve iste, senin hünerli adamlarınla ve baban efendim Davud'un hünerli adamları ile beraber kendisine bir yer verilsin diye, hüner ve an1ayış sahibi bir adamı, benim Huram Babayı gönderdim. 14Dan kızlarından bir kadı nın oğludur, ve babası Surlu bir adamdı; altın, ve gümüş, tunç, demir, taç, ve kereste, erguvani, lacivert, ve ince keten, ve kırmızı işlemede, ve her çeşit oyma işinde, ve her çeşit icatta hünerlidir. 15Ve efendimin söy1emiş olduğu buğdayı ve arpayı, zeytin yağını ve şarabi kullarına göndersin; 16ve sana lazım olduğu kadar Libnan'dan kereste keseriz; ve onu sallarla denizden Yafa'ya kadar sana getiririz ve sen onu Yerüşa1ime çıkarırsın.
17Ve Süleyman, babası Davud'un İsrail diyarında olan bütün garipleri saydığı sayıdan sonra onları saydı; ve yüz elli üç bin altı yüz kişi bulundular. 18Ve onlardan yük taşıyan yetmiş bin, ve dağlarda taş kesen seksen bin, ve kavmi işletmek için iş başi olarak üç bin altı yüz kişi koydu. "

Yukarıdaki bilgilere göre, Süleyman peygamberin hizmetinde bulunanlar, halk kültüründeki cinler değil, Süleyman peygamberin babası Davut peygamberin hünerli zanaatkâr adamları ve onlara ustabaşılık yapan Sur kralının gönderdiği Hurram Baba ile emrindeki hünerli kişilerdir.
Yani, burada da görmekteyiz ki Cinn sözcüğü, başka ülkelerden getirilmiş hünerli zanaatkâr yabancı işçiler için kullanılmıştır.

b) Peygamberimizi dinleyen cinler: 

Ahkâf; 29 - 32 : Hani cinlerden birkaçını, Kur'an dinlemek üzere sana yönelt-
miştik. Böylece onun huzuruna geldikleri zaman, dediler ki: "Kulak ve-
rin;" sonra bitirilince de kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler.

Dediler ki: "Ey kavmimiz, gerçekten biz, Musa'dan sonra indirilen, ken-
dinden öncekileri doğrulayan bir kitap dinledik; hakka ve dosdoğru olan
yola yöneltip iletmektedir.

Ey kavmimiz, Allah'a davet edene icabet edin ve ona iman edin; günah-
larınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun."

Kim Allah'a davet edene icabet etmezse, artık o, yeryüzünde Allah'ı a-
ciz bırakacak değildir ve onun O'ndan başka velileri de yoktur. İşte onlar
apaçık bir sapıklık içindedirler.

Buradaki anlatım aşağıda göreceğiniz gibi Cinn suresinde de yer almıştır.

Cinn; 1 - 14: De ki, "Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinnlerden bir grup din-
leyip de şöyle demişler: ‘Doğrusu biz hayranlık veren bir Kur'an dinle-
dik.

O, gerçeğe ve doğruya yöneltip iletiyor. Bu yüzden biz ona iman ettik.
Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.

Elbette bizim Rabbimizin şanı yücedir. O, ne bir eş edinmiştir, ne de bir
çocuk.

Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah'a karşı bir sürü saçma şeyler
söylemişler.

Halbuki biz, ins ve cinin (hiçbir kimsenin) Allah'a karşı asla yalan söy-
lemeyeceklerini zannediyorduk.

Bir de şu gerçek var: İnsten bazı kimseler cinden bazı kimselere sığınır-
lardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını artırırlardı.

Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah'ın hiç kimseyi kesin olarak di-
riltmeyeceğini sanmışlardı.

Doğrusu biz göğü yokladık (falcılığı denedik); fakat onu güçlü koruyu-
cular ve şihap/ ateş alevleri, göz kamaştıran parıltılar, yakıcı ışınlarla
kaplı bulduk.

Oysa gerçekte biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama
şimdi kim dinleyecek olsa hemen kendisini izleyen bir şihap bulur.

Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa
Rableri kendileri için bir hayır mı diledi.

Gerçek şu ki, bizden salih olanlar da vardır ve bunun dışında olanlar da.
Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.

Biz şüphesiz, Allah'ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı, kaçmak
suretiyle de onu hiçbir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık.

Elbette biz, o yol gösterici Kur'an'ı işitince, ona iman ettik. Artık kim
Rabbine iman ederse, o ne eksileceğinden korkar ve ne de haksızlığa uğ-
rayacağından.

Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte Allah'a
teslim olanlar, artık onlar gerçeği ve doğruyu bulmuş olanlardır.'"

Bu iki ayet grubunda nefer bir sayıda (üç ile on arası) oldukları bildirilen cinnler, tüm tefsirlerde ve tarih kitaplarında ittifakla belirtildiği gibi, Nusaybin'den veya Yesrib'ten (Medine'den), kimliklerini açığa vurmadan peygamberimizin yanına gizlice gelip Kur'an dinleyen ve imana gelen, sonra da kavimlerini uyarmak için geri dönen Nusaybin'li veya Yesrib'li (Medine'li) Yahudilerdir. "Cinn Gecesi Hadisi" olarak şöhret bulmuş olan bir rivayete göre de bu cinnler, peygamberimizle birlikte ateş yakmışlar, yemek yemişler ve peygamberimiz de cinnlerin izlerini başkalarına göstermiştir.

c) Cinlerin bahsettiği cinler:

Yukarıda mealini verdiğimiz Cinn suresine ait ayetler, peygamberimizi dinleyen cinlerin memleketlerine dönüp kavimlerine anlattıklarının, Rabbimiz tarafından peygamberimize gayb haberi olarak bildirilmesidir. Dolayısıyla ayetlerdeki konuşmalar, cinlerin konuşmalarıdır. Dikkat edilirse bu konuşmalar esnasında 6. ayette, konuşan cinn, kendilerini insan olarak niteleyip başkalarına "cinn" demektedir.
"İns" sözcüğünün; "tanınıp, bilinen", "cinn" sözcüğünün de; "tanınmayan, yabancı" olan anlamlarını yerine koyduğumuzda, ayet, gayet mantıklı, anlaşılır şekilde şöyle çevrilebilir:

Cinn; 6: ... İnsten (bizim tanıyıp bildiklerimizden) bazı kimseler, cinnden (tanımadığımız yabancılardan) bazı kimselere sığınırlardı. ...

Bu ayette Nusaybin'li veya Yesrib'li (Medine'li) Yahudilerin sözünü ettiği cinnler, bize göre, peygamberimiz aleyhinde propaganda yapmak için Nusaybin'e veya Yesrib'e (Medine'ye) gelmiş Mekke'li ajanlardır.

İns ve cinn kalıbı:

Cinn konusu kapsamı içerisinde, hassas ve Kur'an'ı doğru anlamak için çok önemli bulduğumuz bir nokta da; "ins" ve "cinn" sözcüklerinin bir arada "ins ve cinn (ins-cinn)" takım (kalıp) halinde kullanılışıdır. Bu kullanılış genellikle "İnsanlar ve Cinler" olarak çevrilmektedir. Halbuki bu tarz kalıp ifadelerde, sözcüklerin anlamı farklılaşmakta, başkalaşmakta ve zenginleşmektedir.
Bu durumu Kur'an'dan örnek vererek açıklamakta yarar vardır:

- Mağrib (batı) ve meşrik (doğu) sözcükleri, "batı-doğu" şeklinde söylendiklerinde anlam sadece iki yönü ifade etmeyip tüm yönleri içine alır. Örnek olarak Müzzemmil suresinin 9. ayetindeki "Rabbulmeşrigı velmağribi (doğunun, batının Rabbi)" ifadesi sadece doğu ile batıyı anlatmayıp tüm yönleri ve mekânları ifade etmektedir. Yani "Allah her yerin Rabbidir" demektir. Bu sözcükler ile ilgili diğer örnekler şunlardır: Nur; 35, Bakara; 115, 142, 177, Şuara; 28, Rahman; 17.

- Dünya ve ahiret sözcükleri beraber söylendikleri zaman "her yerde ve her zaman" anlamını ifade eder. Bu sözcükler ile ilgili Kur'an ayetleri şunlardır: Bakara; 217, 220, Âl-i Imran; 22, 45, 56, Nisa; 134, Tövbe; 69, 74, Yunus; 64, Yusuf; 101, Hacc; 14, Nur; 14, 19, 23 ve Ahzab; 57.

- Yaş, kuru sözcükleri beraberce kullanıldıkları zaman " her ne varsa, her şey" anlamını içerir. Örneğin En'âm suresinin 59. ayetindeki "... Yaş ve kuru hiçbir şey yok ki, apaçık bir kitapta bulunmasın." ifadesi sadece yaşı ve kuruyu ifade etmeyip "her ne varsa canlı-cansız hepsini" ifade etmektedir.

- Sabah, akşam sözcükleri de Kur'an'da farklı ifadelerle sıkça yer almakta ve "daima, her zaman" anlamına gelmektedir. Bu sözcükler ile ilgili Kur'an ayetleri de şunlardır: A'râf; 205, Ra'd; 15, Nur; 36, Mümin; 46, 55, En'âm; 52, Kehf; 28, Meryem; 11, 62, Fetih; 9, Furkan; 5, Ahzab; 42, İnsan; 25, Âl-i Imran; 41.

İki zıt anlamlı sözcüğün bir arada takım halinde söylenişi ile takımın yeni bir anlam kazanması sadece Arapça için söz konusu olmayıp, dünyanın tüm dillerinde mevcuttur:

- Türkçe'de:
Sağ, sol sözcükleriyle oluşturulan "sağda-solda" kalıbı; "her yerde" anlamına gelir.
İleri, geri sözcüklerinden oluşturulan "ileri-geri konuşma, söz söyleme" kalıbı; "yersiz, yakışıksız konuşma, söz söyleme" anlamına gelir.
Sabah, akşam sözcükleriyle "sabah-akşam" kalıbı aynı Arapça'daki gibi; "daima, her zaman" anlamına gelir.

- Japonca'da:
Doğu, batı sözcüklerinden oluşturulan "doğu-batı" kalıbı ile kuzey, güney sözcüklerinden oluşan "kuzey-güney" kalıbı; "bütün ülke, Japonya" anlamına gelir.
İyi, kötü sözcüklerinden oluşturulan "iyi-kötü" kalıbı; "doğadaki denge" anlamına gelir.
Gelmek, gitmek sözcüklerinden oluşturulan "geliş-gidiş" kalıbı; "dolaşmak" anlamına gelir.

- İngilizce'de:

- Fransızca'da:

- İtalyanca'da:

Konumuz olan "ins ve cinn" kalıbında da durum aynıdır. "Cinn" ve "ins" sözcüklerinin her birinin anlamını yukarıda açıklamıştık. Bu sözcüklerin birlikte oluşturdukları kalıp ise; "gördüğünüz, görmediğiniz; bildiğiniz, bilmediğiniz; tanıdığınız, tanımadığınız: herkes" anlamına gelir:

Zariyat; 56: Ben, cinn ve insi (herkesi) yalnızca, bana ibadet/ kulluk etsinler
diye yarattım.

İsra; 88: De ki: "İns ve cinn (herkes) bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak
için bir araya gelseler ve birbirlerine yardımcı olsalar, yine de, onun
benzerini, ortaya koyamazlar."

Cinn; 5: "Oysa biz, insanların ve cinlerin (herkesin) Allah'a karşı asla yalan
söylemeyeceklerini sanmıştık."

Rahman; 33: Ey cinn ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından
aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak sultan/ üstün bir
güç olmadan aşamazsınız.

Rahman; 56: Orada daha önce ins ve cinn (hiç kimse) dokunmamış (elle ve
gözle değinilmemiş), bakışlarını eşine dikmiş eşler vardır.

Bu konuyla ilgili Kur'an'daki diğer örnekler şunlardır: En'âm; 112, 130, A'râf; 38, 179, Fussilet; 25, 29, Ahkâf; 18, Neml; 17, Rahman; 39, 74, Nas; 6, Hud; 119 ve Secde; 13.

Hakkı Yılmaz

Devamını Oku... →

Etiketler

Aile (1) Alak (1) Alamet (1) Allah (4) Amacı (1) Amaç (1) Anlam (1) Arafat (1) Arap (1) Ay (1) Ayet (2) Bakara (1) Bakış (1) Boşanma (1) Bozmak (1) Bozulma (1) Buhari (1) Cemaat (1) Ceza (1) Cin (1) Cuma (1) Çelişki (1) Din (3) Diriltme (1) Doğa (1) Doğum (1) E-book (1) Enerji (1) FlashBook (1) Gerçek (1) Gösterge (1) Hac (1) Hacc (3) Hadis (2) Haksızlık (1) Haram (1) Haremlik (1) Hıristiyanlık (1) Hukuk (1) İbadet (1) İblis (1) İkame (1) İnsan (1) İsa (1) İslam (2) İşte Kur-an (1) Kabe (3) Kadın (6) Kadının Şahitliği (1) Kavram (1) Kaynak (1) Keffarat (1) Kontrol (1) Kul (1) Kuran (10) Kuran'da Cin (1) Kuranda Dua (1) Kuranda Kadın (4) Kurandaki Hac (2) Kürtaj (1) Mali Destek (1) Melek (1) Mesaj (1) Mescid (2) Meşaril (1) Mezhep (1) Miras (1) Mucize (4) Muhammed (a.s) (2) Nakıs (1) Namaz (5) Oruç (5) Ölüler (1) Peygamber (1) Ramazan (1) Rekat (1) Rivayet (1) Rüku (1) Rüşd (1) Salat (5) Savm (1) Secde (1) Selamlık (1) Sıyam (1) Sohbet (1) Sosyal (1) Sure (2) Şart (1) Şehr (1) Şöhret (1) Takva (2) Talak (1) Tanrı (1) Tavaf (1) Temizlik (1) Tevbe (1) Tirmizi (1) Tutmak (1) Ümre (3) Vakit (1) Yaratılış (1) Zihin (1)